Sinema & Dizi

Son Yılın En İyi Korku Filmleri

Korku sineması, düşük bütçeleriyle dikkat çekerken yeni yönetmenlerin yükselişiyle altın dönemini yaşamaktadır.

.

Hollywood’un giderek daha fazla yeniden uyarlamalara yöneldiği bir dönemde, korku sineması bu akımdan uzak kalarak özgünlük ve yaratıcılık açısından en verimli yıllarını yaşamaktadır. Son on yıl içinde vizyona giren korku filmleri, hem eleştirmenlerden yüksek puanlar aldı hem de gişede büyük kazançlar elde etti. Çoğu yapım, devasa bütçelere ihtiyaç duymadan, etkileyici hikâye anlatımı, atmosferik gerilim ve toplumsal temalarla başarıya ulaştı.

Korku türü, uzun zamandır olduğu gibi düşük bütçeli yapımlarıyla geniş kitlelere ulaşmaya devam ediyor. Bu durum, filmlerin ticari başarısını daha da anlamlı kılıyor. 2010’lardan itibaren “Get Out” (Jordan Peele), “Hereditary” (Ari Aster), “The Witch” (Robert Eggers), “It Follows” (David Robert Mitchell) gibi yapımlar, türün sınırlarını genişleten örnekler arasında öne çıkıyor. Bu filmler yalnızca korku yaratmakla kalmayıp, aynı zamanda toplumsal eleştiri, travma, kimlik ve bilinçaltı gibi derin temalarla izleyiciyi düşündürüyor.

Yeni kuşak yönetmenlerin cesur deneyimleri, türün klasik unsurlarını modern anlatım biçimleriyle harmanlayarak korkunun sinemadaki önemini yeniden tanımladı. Jordan Peele’in ırkçılık temalı politik korku anlayışı, Ari Aster’ın duygusal travmayı dehşetle harmanlayan hikâyesi ve Robert Eggers’ın tarihsel atmosfer oluşturma becerisi, son on yılın korku sinemasını büyük ölçüde etkiledi.

Bugüne dönüp baktığımızda, 2010’lar ve 2020’lerin başı, korku sinemasının yalnızca popülerleşmediği, aynı zamanda saygın bir sanatsal ifade biçimine dönüştüğü bir dönem olarak kaydediliyor.

Korku, artık sadece korkutmakla kalmıyor; etkileyici hikâyeleri olan bir tür haline geliyor.

2015: The Witch


A24

Sinema dünyasında harika bir korku filmiyle sahneye çıkan yönetmenlerden biri Robert Eggers‘tır. Yönetmenliğindeki çıkış filmi The Witch (Cadı), kendine has tarzının temelini atarak bu çizginin tonunu belirlemiştir.

The Witch, 1630’larda Yeni İngiltere’de geçiyor ve ormanda kötü niyetli bir gücün hedefi olan bir Püriten ailesinin hikâyesini konu alıyor. Ailenin en küçük bebeğinin kaybolduğu sahne, sinema tarihinin en rahatsız edici anlarından biri olarak akıllara kazınmıştır.

Eggers, filmlerinde dönemin atmosferine ve tarihsel doğruluğa büyük önem veriyor. The Witch bu anlamda mükemmel bir örnek ve bu yönü, filmin en çok takdir edilen unsurlarından biri oldu. Film, Rotten Tomatoes’da %91 beğeni oranı elde etti ve ayrıca başroldeki Anya Taylor-Joy, bu filmle geniş kitlelerce tanınmaya başladı.

2016: Raw


Wild Bunch

Raw, aslında çok daha fazla tanınması gereken bir film; ancak birçok izleyicinin altyazı okumak istememesi yüzünden hak ettiği ilgiyi göremiyor. Bu durum, dünya sinemasından çıkan pek çok harika filmde olduğu gibi, bu Fransız korku filmi için de geçerlidir.

Julia Ducournau’nun yazıp yönettiği Raw, vejetaryen bir genç kız olan Justine’in veterinerlik okulundaki ilk yılına odaklanıyor. Okulda yapılan bir alıştırma sırasında Justine, ilk kez et yemek zorunda kalıyor. Ancak bu durum, onda et yeme arzusunun yanı sıra giderek artan yamyamlık eğilimleri de uyandırıyor.

Film, türüne alışılmadık bir yaklaşım sergileyen farklı bir korku örneği olarak öne çıkıyor. Şiddet içeriği nedeniyle bazı eleştiriler alsa da, eleştirmenlerden güçlü bir destek gördü. Ducournau’nun yönetmenliği ve başrol oyuncusu Garance Marillier’nin etkileyici performansı özellikle övgü topladı. Rotten Tomatoes’daki %93’lük beğeni oranı, Raw’un özgünlüğünü ve sinemasal değerini bir kez daha kanıtlıyor.

2017: Get Out


Universal Pictures

Robert Eggers’ın ilk yönetmenlik denemesi, büyük bir korku yönetmeninin doğuşunu müjdelemişti; ancak dikkat çeken en gürültülü isim Jordan Peele oldu. Komedi dünyasında Key & Peele ve Mad TV programlarıyla bilinen Peele, korku alanındaki yeteneğiyle herkesi şaşırttı.

Get Out, vizyona girdiği anda hem gişede hem eleştirmenler nezdinde büyük başarı elde ederek tam anlamıyla bir olay haline geldi. 5 milyon doların altında olan mütevazı bütçesiyle 250 milyon dolardan fazla hasılat yaparak kısa sürede kültürel bir fenomen haline geldi ve Peele’a En İyi Özgün Senaryo Oscar’ını kazandırdı.

Film, siyahi bir adam olan Chris’in, beyaz sevgilisinin ailesini ilk kez ziyaret etmesiyle başlayıp, sonrasında kısa sürede ırkçılık, sömürü ve kontrol temaları etrafında örülen karanlık bir hikâyeyi anlatıyor. Get Out, yalnızca korku türünün değil, 2010’lu yılların en önemli filmlerinden biri kabul ediliyor; toplumsal eleştirisi ve sinemasal ustalığıyla çağdaş korku sinemasında yeni bir dönemi başlattı.

2018: Hereditary


A24

2018 yılında korku sinemasına damgasını vuran etkileyici bir yapım, Ari Aster’ın yönetmenlik çıkışı olan Hereditary idi. Film, kısa sürede ağızdan ağıza yayılan övgülerle büyük bir başarıya ulaştı ve A24’ün en çok hasılat yapan yapımı unvanını, Everything Everywhere All At Once gelene kadar korudu.

Hereditary, psikolojik ve doğaüstü korku unsurlarını ustalıkla harmanlayarak sinema tarihinin en ürkütücü filmlerinden biri haline geldi. Hikâye, büyükannelerinin ölümünün ardından açıklanamayan bir lanetin etkisi altında kalan yaslı bir ailenin yavaş yavaş çöküşünü anlatıyor.

Film, eleştirmenlerden olağanüstü övgüler aldı; Rotten Tomatoes’da %90 puan aldı ve yılın en dikkat çekici filmleri arasında yer aldı. Ayrıca birçok sinema perdesi ve eleştirmen, Toni Collette’in performansının Oscar adaylığıyla taçlandırılmamasını büyük bir haksızlık olarak değerlendirdi. Oyuncunun filmdeki performansı, korku türüne nadir bir derinlik sunarak Hereditary’yi yalnızca korku filmi değil, bir trajedi ve çöküş hikayesi haline getirdi.

2019: Midsommar


A24

Ari Aster, modern korku sinemasının en iyi filmlerinden birini yaratmanın ötesine geçerek, bir yıl sonra ikinci filmini yayınlayarak türündeki ustalığını pekiştirdi. Bu film, Midsommar’dı ve neredeyse gördüğünüz hiçbir korku filmine benzemiyor.

Midsommar’ın büyük kısmı gün ışığında geçiyor ve hikâyenin merkezindeki pagan festivali atmosferi, pastel renklerle dolu bir görsel dünya sunuyor. Bu açık ve renkli görüntüler, ironik bir şekilde filmin korku dozunu artırıyor; zira karakterler İsveç’e adım attıkları anda izleyicide rahatsız edici bir his oluşturuyor.

Film, arkadaş grubunun birinin davetiyle İsveç’teki gizemli festivale katılmalarını konu alıyor. Ancak olaylar, hiçbiri için beklenildiği gibi gelişiyor. Hikâyenin odak noktası Florence Pugh’un canlandırdığı Dani karakteridir ve oyuncu burada kariyerine damga vuran bir performans sergiliyor.

2020: The Invisible Man


Blumhouse Productions

2020 yılı, COVID-19 pandemisi nedeniyle sinema sektörü için zorlu bir dönem haline geldi. Birçok büyük filmin gösterimi ertelendi; bunlardan biri yalnızca 2020’de sınırlı görünümler yapan ve 2021’de dünya çapında vizyona girebilen A Quiet Place Part II idi.

Bu duruma rağmen, 2020’nin öne çıkan korku yapımı olarak The Invisible Man kaldı; her ne kadar film yer yer bilimkurgu unsurları barındırsa da… Klasik hikâyenin modern bir uyarlaması olan film, Cecilia (Elisabeth Moss) adlı bir kadının, kendisine şiddet uygulayan eski sevgilisi ve onun geliştirdiği görünmezlik teknolojisi tarafından nasıl eziyete uğradığını ele alıyor. Görünmeyen bir varlık tarafından istismara uğramak korkutucu bir durumken, bu sadist adamın kadının hayatını sistematik bir şekilde mahvetmesi hikâyeyi daha da korkutucu kılıyor.

Elisabeth Moss, tıpkı Toni Collette ve Florence Pugh gibi, olağanüstü bir başrol performansıyla filmi taşıyarak The Invisible Man’i 2020’nin unutulmaz korku yapımlarından biri haline getiriyor.

2021: The Black Phone


Universal Pictures

A Quiet Place Part II, 2021’in en iyi korku filmi unvanı için güçlü bir aday olsa da, The Black Phone bu yarışmayı az bir farkla önde tamamlıyor. Daha önce “en korkutucu film” olarak anılan Sinister’ın yönetmeni Scott Derrickson, bu yapımda tekrar Ethan Hawke ile birlikte çalışıyor.

Ancak Sinister’dan farklı olarak, The Black Phone’da Hawke, kahraman değil, kötü karakteri oynuyor. Oyuncu, çocukları kaçırıp öldüren “The Grabber” (Yakalayıcı) adlı bir adamı canlandırıyor. Filmde, bu adamın eline düşen bir çocuğun, ölülerle iletişim kurmasını sağlayan eski bir telefon aracılığıyla ona karşı verdiği mücadele anlatılıyor.

Bu çarpıcı fikir, The Black Phone’a hem doğaüstü unsurları hem de çocuk kaçırma gibi ürkütücü bir temayı harmanlama fırsatı sunuyor. Film, eleştirmenlerden olumlu yorumlar aldı ve gişede büyük bir başarı elde etti. Hikâyenin devamını anlatan bir yapım ise Ekim 2025’te vizyona girecek.

2022: Barbarian


20th Century Studios

2022 yılı, birçok kaliteli yapım nedeniyle en iyi korku filmini seçmenin zor olduğu yıllardan biri haline geldi. X ve Pearl, aynı üçlemenin parçaları olarak türün en gözde örnekleri arasında sayılmakta; Bones and All ise yamyamlıkla örülü bir aşk hikâyesi sundu. Jordan Peele de uzaylı temasını işlediği Nope ile adından söz ettirdi.

Ancak bu filmler arasında en ürkütücü olanı kesinlikle Barbarian’dır. Zap Cregger’in yönetmenlikteki ilk uzun metraj deneyimi, izleyiciyi her sahnesinde şaşırta biliyor ve ne olacağını tahmin edemeyeceğiniz, tedirgin edici bir atmosfer kuruyor.

Barbarian, bir kadının Airbnb’de kaldığı evde başka bir adamın da konakladığını fark etmesiyle başlıyor. Aralarındaki her etkileşim rahatsız edici bir gerilim içerirken, kısa sürede olaylar korkunç bir hal alıyor. Ancak film, bu noktada yön değiştirerek cinsel saldırı suçlamalarıyla gündeme gelen başka bir adamın hikâyesine odaklanıyor ve tüm parçalar, zekice bir şekilde birleşerek korkutuculuğu ve yaratıcılığı ön plana çıkaran bir anlatıya dönüşüyor.

2023: Talk To Me


A24

Talk to Me, teknik olarak 2022 yapımı olarak değerlendiriliyor çünkü o yıl Adelaide Film Festivali’nde gösterilmişti; ancak geniş çaplı ve resmi gösterimi 2023’te olduğundan genellikle o yılın filmleri arasında kabul ediliyor. Danny ve Michael Philippou kardeşlerin eseri olan bu film, YouTube’daki büyük başarılarının ardından yönetmenlikte attıkları güçlü ilk adım olarak öne çıkıyor.

Film, annesinin ölümünün ardından yasla yüzleşmeye çalışan Mia adındaki bir genci merkezine alıyor. Bir partiye katıldığında, mumyalanmış bir el aracılığıyla ruhlarla iletişim kurmayı sağlayan bir oyuna katılır. Bu deneyim, Mia’nın travmasıyla yüzleşmesini sağlar; ancak küçük kardeşi de bu olaya dahil olur ve onun temas kurduğu ruhun kötü niyetli olduğu anlaşılır. Bu noktadan itibaren film, aşırı derecede rahatsız edici ve şiddet dolu sahnelerle dehşet verici bir hal alır.

Kayıp, suçluluk ve bağımlılık temalarını doğaüstü unsurlarla harmanlayan Talk to Me, modern korku sinemasının en dikkat çekici örneklerinden biri olarak kabul ediliyor ve Philippou kardeşlerin sinema dünyasındaki geleceğine dair büyük bir beklenti yaratıyor.

2024: Smile 2


Paramount Pictures

2024 yılı, eleştirmenlerden tam not alan Nosferatu gibi dikkat çekici yapımlarla korku sinemasının güçlü bir yılı oldu. Ancak teknik ve sanatsal açıdan öne çıkmasına rağmen, saf korku düzeyinde izleyiciyi daha çok sarsan film Smile 2 oldu.

İlk Smile tek başına etkileyici bir korku filmi olarak yeri olduğu kadar, devam filmi de orijinal yapımın başarılı yönlerini geliştirip daha güçlü bir atmosfer kurmayı başardı. Film, insanları sürekli olarak ürkütücü şekilde gülümseyen kişilerin izlediği bir lanetin takip etmesini konu alıyor. Bu korkunç halüsinasyonlar, sonunda kurbanları kendi hayatlarına son vermeye kadar sürüklüyor.

Smile 2’yi selefinden ayıran en büyük unsur ise Naomi Scott’ın performansı. Oyuncu, ödül sezonunda göz ardı edilse de kariyerinin en güçlü işlerinden birini sergiliyor. Üstelik canlandırdığı karakterin bir pop yıldızı olması, laneti deneyimleme biçimine benzersiz bir derinlik katıyor. Hem psikolojik derinlik hem de tedirgin edici atmosferin birleşimiyle Smile 2, yılın en sarsıcı korku filmlerinden biri olarak öne çıkıyor.