FacebookİnstagramTeknoloji Haberleri

Unutulmuş Toprak Bilgeliği ve Tarımın Geleceği



etiket
Toprağın Unutulmuş Zekası ve Tarımın Geleceği

İnsanlığın en büyük sorunu şu:

“…Paleolitik hislerimiz, ortaçağ kurumlarımız ve tanrısal teknolojimiz var.”

Bu ifade biyolog E.O. Wilson’a ait. Toprak üzerine düşündüğümde bu söz sarsıcı geldi. Neden mi?

En son ne zaman bir avuç toprağı elinize alıp düşündünüz? Bir avuç toprakta hayal edemeyeceğiniz kadar çok organizma var. Yani bu kadar topraktaki canlılar, Samanyolu Galaksisi’ndeki yıldızların sayısından daha fazla. Milyarlarca bakteri, mantar, protozoa… Bir avuç toprak, binlerce New York büyüklüğünde yaşam alanı barındırıyor.

Ne yazık ki bu canlıların %99’u hakkında neredeyse hiçbir şey bilmiyoruz.






İşte modern dünyanın en büyük paradoksu bu.

İşte modern dünyanın en büyük paradoksu bu.

Mars’a robotlar gönderiyoruz, DNA’mızı değiştiriyoruz, tanrısal bir teknolojiye sahibiz… Ancak ayaklarımızın altında, medeniyetimizi besleyen bu canlı dünyayı neredeyse tamamen göz ardı ediyoruz.

Binyıllar boyunca insanlık, doğayla bir dans içindeydi. Toprağı dinliyor, mevsimleri anlıyor, bitkilerin dilini çözüyorduk. Ama son bir asırda bu dansı unuttuk. Onun yerine bir savaş başlattık.

İnsanlar, sorunlara ‘savaş açmayı’ sever, değil mi? Hastalıklarla, yoksullukla… Tarımda da aynı şey oldu. ‘Zararlılarla’, ‘yabani otlarla’, ‘verimsizlikle’ savaştı. Traktörler kılıç, pestisitler zehirli oklar, kimyasal gübreler ise lojistik destek oldu.

Toprağı fethedilmesi gereken bir düşman alanı olarak gördük. Ve bu savaşta indirgemeci bir yaklaşım benimsedik. Bitkilerin karmaşık ihtiyaçlarını sadece üç harfle tanımladık: N, P, K (Azot, Fosfor, Potasyum) yani gübre…

Bu durum, bir insanın sağlığını sadece üç değeri inceleyerek anlamaya çalışmak gibidir: Boy, kilo ve ayakkabı numarası.

Peki ya duyguları? Rüyaları? Bağışıklık sistemi?

Bundan dolayı, bugün yediğiniz elma, büyükannenizin çocukken yediği elmayla aynı lezzete sahip olsa da, aynı besin değerine sahip değildir. Son 50 yılda, yiyeceklerimizdeki demir, çinko ve kalsiyum gibi hayati minerallerin oranı %80’e varan oranlarda düştü. Verim tablalarında kazandığımız savaşı, aslında besin tabaklarımızda kaybediyoruz.





Teknoloji, doğayla birlikte çalıştığında güçtür.

Teknoloji, doğayla birlikte çalıştığında güçtür.

Ama doğayı göz ardı ettiğimizde… zayıflar, unutulur, yozlaşır.

Dikkat edin: 2021’de tarımsal teknolojilere yapılan yatırım: 15,8 milyar dolar. Toprak sağlığına yapılan yatırım: sadece 1,8 milyar. Bu rakamlar, neye inandığımızı değil, neye yatırım yaptığımızı gösteriyor. Çünkü inovasyonun yönünü sadece bilim değil, piyasa da belirliyor.

Peki ya bir çıkış yolu varsa? Size bu durumu tersine çevirecek ve unuttuğumuz o dansı yeniden hatırlatacak bir deneyden bahsedeceğim…

Almanya’nın Jena şehrinde bilim insanları 20 yıl önce basit ama devrimci bir işe imza attı. Yüzlerce küçük arazi parseli oluşturdular. Bazılarına tek tip bitki ektiler, yani modern tarımın yaptığı gibi monokültür. Diğerlerine ise 10, 20, hatta 60 farklı bitki türünü bir arada eklediler. Ardından… beklemeye başladılar. Kimyasal gübre veya pestisit kullanmadılar. Sadece gözlemlediler.

Sonuçlar… tarım hakkında bildiklerimiz her şeyi sorgulattı.

Çeşitlilik içeren parsellere göre, tek tip bitkilerin bulunduğu parseller:

  • Üç kat daha fazla karbonu toprağa hapsetti.

  • Kuraklığa karşı %50 daha dirençli hale geldi.

  • Polen taşıyıcı böcekleri, yani arıları ve kelebekleri %45 daha fazla kendine çekti.

Ama asıl sihir, bu rakamların ötesindeydi. Başlangıçta kaynaklar için rekabet eden bitkiler; birkaç yıl sonra işbirliği yapmaya başladılar. Kökleri aracılığıyla birbirlerine besin göndermeye, hastalıklara karşı birbirlerini uyaran kimyasal sinyaller göndermeye başladılar. Yerin altında, bizim göremediğimiz karmaşık bir ‘yeraltı interneti’ kurdular. Sadece bir arada yaşamıyorlardı; birlikte çalışan, yaşayan, nefes alan bir süper organizma haline geldiler.

Topraktaki mikroorganizmalar bitkilerle gizli bir dilde iletişim kuruyor. Eğer bu ‘kök dipleri diplomasisi’ olmasaydı, bugün yediğiniz ekmeğin yarısı olmazdı. Ama biz, bu görünmez müttefiklerimizi göz ardı ediyoruz ve sorunları kimyasallarla çözmeye çalışıyoruz.

Bu deney bize ne anlatıyor? Doğanın zekasının, bizim mekanik çözümlerimizden çok daha üstün olduğunu gösteriyor. Dayanıklılık, basitlikte değil, karmaşıklıkta bulunuyor.

Bu, ‘teknolojiyi bırakalım, geçmişe dönelim’ anlamına gelmiyor. Bu, teknolojinin rolünü yeniden tanımlamak demek.





Teknolojiyi, doğanın yerine geçecek bir ikame olarak değil, doğanın bilgeliğini anlamamızı sağlayan bir güçlendirici olarak düşünün.

Teknolojiyi, doğanın yerine geçecek bir ikame olarak değil, doğanın bilgeliğini anlamamızı sağlayan bir güçlendirici olarak düşünün.

  • Toprak sensörlerini, toprağın nabzını dinleyen bir doktorun stetoskobu gibi kullanabiliriz.

  • Yapay zekayı ve drone’ları, tüm tarlayı kimyasala boğmak yerine, sadece ihtiyaç duyan tek bir bitkiye bir damla besin verecek bir cerrahın hassasiyetiyle değerlendirebiliriz.

  • Genetik bilimi, bitkilere unutulan o kadim yetenekleri -kuraklığa dayanma, mantarlarla ortaklık kurma- yeniden kazandırmak için kullanılabilir.

Geleceğin tarımı, teknoloji ile biyoloji arasında bir mücadele değil. Geleceğin tarımı, bu iki alanın ortaklığıdır.

Bu, yalnızca çiftçilerin, mühendislerin veya bilim insanlarının meselesi değil. Hepimizin önemi var. Çünkü her gün yemek yiyoruz ve bu gezegenin bir parçasıyız.

Peki, siz ne yapabilirsiniz?

Yediğiniz yemeğin hikayesini sorun. O yemeği kimin, nerede, nasıl yetiştirdiğini merak edin. Mahallenizdeki pazarı, toprakla işbirliği yapan yerel çiftçileri destekleyin. Bakış açınızı değiştirin.

Unutmayın, geleceğin en büyük tarımsal devrimi… parlak bir laboratuvardaki yeni bir makinede veya teknolojik bir çipte değil; o bir avuç toprağın içinde gizli.

Gübre hakkında bir yazı yazmadan önce, konuyu daha geniş bir perspektife almanın faydalı olacağını düşündüm. İyi ki böyle yaptım. Siz ne dersiniz? Toprak ile savaşmayı bırakıp, onunla işbirliği yapmaya var mısınız?

LinkedIn

Facebook

X

Instagram

Bu makalede öne sürülen düşünceler ve yaklaşımlar yazarlarına ait olup, Onedio’nun editoryal politikasıyla ilgili olmayabilir. ©Onedio