Sinema & Dizi

“Ya Başka Bir Hayat Mümkün Olsaydı?”: Paralel Evren Temalı 10 Harika Film

Hayatın sınırsız olasılıklarını keşfe çıkan ve paralel evrenlerin peşine düşen 10 unutulmaz filmi bir araya getirdik…

Sony

Paralel ve çoklu evrenler, bilim kurgu sinemasının en etkileyici temalarından biri olmaya devam ediyor. Bilimsel teorilerin sınırlarında dolaşan ya da tamamen felsefi bir bakış açısı sergileyen bu hikâyeler, çok sayıda olasılığın bir arada var olduğu evrenlerde geçiyor. Benzer ama farklı seçimler, kurallar ve sonuçlarla şekillenen evrenlerin varlığı fikri, hem sanatçılar hem de izleyiciler için sonsuz bir hayal gücü alanı sunuyor. Sinema, bu evrenlerle yalnızca “diğer dünyaları” tanıtmakla kalmayıp; aynı zamanda “Biz kimiz?” ve “Hayatlarımız nasıl farklı olabilirdi?” gibi varoluşsal sorulara da yanıt arıyor.

Paralel evren temalı filmler bu soruları alarak büyüleyici kurgulara dönüştürüyor. Bazı filmler bilimsel teorilerle iç içe geçerken, diğerleri duygusal ya da varoluşsal temalardan besleniyor. Bu dosyada, çoklu evrenlerin peşine düşen, alternatif gerçekliklerde dolaşan ve izleyiciyi “ya öyle olsaydı?” sorusuyla baş başa bırakan en etkileyici 10 filmi derledik.

“Another Earth” (2011)


Searchlight Pictures

Brit Marling, 2016’da yayınlanan ve paralel evrenleri işleyen yenilikçi “The OA” dizisinde başrol oynamıştı. Ancak beş yıl önce, sık sık birlikte çalıştığı Mike Cahill ile hem yazıp hem de başrolünde yer aldığı “Another Earth” filmini çekti. Duygusal ve derin bilim kurgu hikâyeleri anlatmadaki yeteneği, Marling’i 2010’lar boyunca bu türün en etkili yaratıcılarından biri yaptı. “Another Earth”, baş karakteri kozmik ölçekte bir arayışa sürükleyerek bilimkurgudan çok meditatif bir anlatı sunuyor — fakat merkezinde yine de paralel gerçeklikler yer alıyor.

Film, genç Rhoda’nın (Marling) bir kutlama gecesi sonrasında bir aileye çarpmasını ele alıyor. Ailenin babası kazadan sağ kurtulurken, eşi ve çocuğu hayatını kaybeder. Rhoda dört yıl hapis cezasına çarptırılır. Bu süre zarfında, gökyüzünde bizimkine benzeyen başka bir dünyanın keşfedildiğine dair haberler yayılmaya başlar. Rhoda, bu yeni dünyayı kendi kefareti ve mağdur ettiği adam için bir başlangıç olarak görmektedir. “Another Earth”, doğrudan paralel evrenlerin varlığını anlatmasa da, başka bir çıkış yolu olabileceği düşüncesi insanların davranışlarını etkiliyor. Diğer yönüyle, film son derece düşündürücü bir anlatı sunuyor.

“Triangle” (2009)


Icon Film

“Triangle”, zaman döngüsü ve paralel gerçeklik temalarını işleyen etkileyici bir korku filmidir. İlk izleyişte izleyicide güçlü bir etki bırakır. Eleştirmenlerden karışık yorumlar alsa da, filmin kurgusu ve atmosferi oldukça sürükleyicidir. Korkutucu olmaktan çok gerilim dolu bir yapıda olan “Triangle”, izleyici olayları kavramaya başladıkça bambaşka bir anlam kazanır. Hikâyeyi ilk kez öğrenmenin sonraki izlemelerdeki etkisini azaltabileceği düşünülse de, film karmaşık yapısıyla tekrar izlenmeye son derece uygundur. Melissa George’un başrolde gösterdiği performans da filmi bir üst seviyeye taşıyor.

Film, Jess’in (George) arkadaşlarıyla bir tekne gezisine çıkmasıyla başlar. Her şey yolunda giderken birden bir fırtına tekneyi alabora eder. Hayatta kalan grup, uzakta bir yolcu gemisi görüp yardım umuduyla içeri binerler. Ancak, geminin tamamen terk edilmiş olduğunu fark ederler. “Triangle”, benzer anda var olan alternatif gerçeklikler fikrini, baş döndüren bir akışla oldukça etkileyici bir anlatımla işler. Açık deniz veya gemi fobiniz varsa, izole olma hissini başarılı bir şekilde yansıttığı için bu film size göre olmayabilir.

“Sliding Doors” (1998)


Miramax

“Sliding Doors”, paralel evren temasını geniş kitlelere hitap eden bir romantik komedi şeklinde sunuyor. Genellikle bilim kurgu türüne özgü olan “alternatif gerçeklik” hikâyeleri, bu filmde mizah ve dram ögeleriyle harmanlanarak duygusal ve düşündürücü bir anlatıya dönüşüyor. 1990’ların tanınmış oyuncularından Gwyneth Paltrow’un başrolde bulunduğu bu İngiliz yapımı film, aynı zamanda Londra’nın önemli mekanlarını da gösteriyor. “Sliding Doors”, popüler kültürde büyük etki yaratmış; “Frasier”, “Broad City” ve “The Unbreakable Kimmy Schmidt” gibi dizilerin bu konsepte göndermelerde bulunduğu bölümlerine ilham vermiştir.

Film, Helen’ın (Paltrow) çalıştığı halkla ilişkiler şirketinden bir gün kovulmasıyla başlar. Morali bozuk bir şekilde eve dönmeye çalışan Helen, trenini kaçırır. Ancak tam bu noktada hikâye başa sarar ve bu sefer Helen’ın treni yakaladığını görürüz. Film, Helen’ın trenle eve dönüp dönmemesi üzerinden iki farklı yaşam olasılığını izleyiciye sunar. Küçük bir olayın hayatın akışını nasıl değiştirebileceğini anlatan “Sliding Doors”, zaman zaman hüzünlü bir ton taşırken, bölünmüş gerçeklikler fikri üzerinde oynayan zekice bir anlatım sunuyor. Ayrıca Paltrow’un performansı da filme ayrı bir güç katıyor.

“The One” (2001)


Sony Pictures

Açık olmak gerekirse, şık dövüş koreografilerine sahip bir dövüş sanatı filminden daha etkileyici pek az şey vardır — özellikle de film bilimkurgu ve paralel evren temasını işliyorsa. “The One”, tam da böyle bir yapım. Belki sinema tarihinin en iyisi sayılmaz ama Jet Li’nin fiziksel yetenekleri ve karizması sayesinde oldukça eğlenceli ve ilgi çekici bir deneyim sunuyor. Eleştirmenlerden iyi not almasa da, film pek çok izleyici için eğlenceli ve bol aksiyonu ile dikkat çeken bir yapım olarak öneriliyor.

“The One”, Los Angeles’ta şerif yardımcısı Gabe Law’un (Jet Li) açıklanamaz bir şekilde fiziksel gücünde artış hissetmesi ile başlar. Diğer bir evrende Gabriel Yulaw (yine Jet Li), paralel evrenlerdeki tüm versiyonlarını ortadan kaldırıp tek ve güçlü birey olmayı amaçlayan karanlık bir karakterdir. Jet Li, bu filmde Gabe Law’un tam dokuz farklı versiyonunu canlandırıyor. Karakterlerin çatıştığı bu yapım, yakın dönemde “Everything Everywhere All at Once”ı andırsa da, buradaki versiyonlar iş birliği içinde değil, çatışma halindedir. “The One”, eğlenceli bir bilim kurgu-dövüş filmi arayanlar için kaçırılmaması gereken bir seçenek.

“Doctor Strange In the Multiverse of Madness” (2022)


Marvel

“Doctor Strange in the Multiverse of Madness”, mükemmel bir film olabilmek için daha fazlasına ihtiyaç duysa da birçok iyi unsuru bir araya getirerek güçlü bir bütün oluşturuyor. Ancak, aşırı CGI kullanımı ve hikâyesinin fazla “aile filmi” havasına bürünmesi, potansiyelinin tam olarak gerçeğe dönüşmesini engelliyor. Bu türün karanlık tonu ise Wanda Maximoff’un (Elizabeth Olsen) trajik hikayesinden kaynaklanıyor. “Multiverse of Madness”, paralel evren temasını doğrudan merkeze alıyor ve etkili bir şekilde işliyor. Sam Raimi’nin ustaca yönetimiyle film, korku ve absürd unsurları da ustaca harmanlayarak türü içerisinde öne çıkıyor.

Film, Steven Strange (Benedict Cumberbatch) ve boyutlar arası seyahat edebilen America Chavez’in (Xochitl Gomez) hikâyesini konu alıyor. İkili, “WandaVision”da yaşananların ardından ruhsal olarak çöküşü yaşayan Wanda’nın peşine düşer. Wanda, yarattığı evreni bulmaya çalışırken, tüm gerçekliği tehdit eder hale gelir. Strange ve Chavez’in görevi ise Wanda’yı durdurmak ve bildikleri dünyayı yok olmaktan kurtarmaktır. “Multiverse of Madness”, Sam Raimi’nin kendine özgü dokunuşlarıyla tazelenmiş, paralel evrenleri konu alan gösterişli filmler arasında dikkat çeken bir örnek olarak öne çıkıyor.

“Mr. Nobody” (2009)


Belga Films

Paralel evren temalı filmler arasında, 2000’li yıllarda büyüyenlerin aklına gelen ilk yapım “Mr. Nobody” olabilir. Jaco Van Dormael’in uluslararası işbirliği ile çektiği film, ev sineması dünyasında büyük ilgi görerek kısa sürede bir kült klasik haline geldi. Karmaşık ve iç içe geçmiş anlatısı, tekrar tekrar izlenebildiği için daha iyi anlaşılabiliyor. Gerçekten de, filmi tam anlamıyla kavrayabilmek için birkaç kez izlenmesi gerekiyor.

“Mr. Nobody”, 2092 yılında geçiyor. Nemo Nobody (Jared Leto), Dünya üzerinde kalan son ölümlü insandır. 118 yaşındaki Nemo, ölüm döşeğindeyken bir gazeteciye hayatını anlatmaya başlar. Anlattığına göre, doğumdan önce herkes hayatındaki olasılıkları bilir, ancak doğarken bu bilgiyi unutur. Nemo ise tüm alternatif yaşamlarını hatırlamakta. Anlatı, doğrusal bir yapıdan uzak olup sürekli geçmişle şimdi arasında gidip geliyor; ancak üç temel bölüme ayrılıyor: Nemo’nun 9, 15 ve 34 yaşındaki dönemleri. Film, izleyiciyi romantik, hüzün dolu ve aynı zamanda büyüleyici bir yolculuğa çıkarıyor. “Mr. Nobody”, yaşamın olasılıkları üzerine düşündüren, etkileyici ve felsefi yönü ağır basan bir bilim kurgu şaheseridir. Yaklaşık iki buçuk saat süren bu film, “Ya başka türlü olsaydı?” sorusunun sinemasal bir yanıtıdır.

“Coherence” (2013)


Oscilloscope Laboratories

Eğer sıkça “hak ettiği değeri görmeyen bilim kurgu filmleri” listelerini inceliyorsanız, “Coherence” adını duymuşsunuzdur. O kadar çok önerildi ki artık o kadar da “underrated” sayılmaz — ancak yine de “Coherence”, daha geniş bir izleyici kitlesini hak eden, sınırları zorlayan bir yapım. Zeki kurgusu ve sonundaki sarsıcı sürprizi ile izleyiciyi uzun süre düşündürüyor. İlk izleyişte fark edilmeyen detaylarla dolu olduğu için tekrar izleme konusunda oldukça uygundur.

Film, bir grup arkadaşın bir ev partisinde toplanmasıyla başlar. Dünya’nın üzerinden bir kuyruklu yıldız geçtikten sonra garip olaylar yaşanmaya başlar. Konusu hakkında fazla bilgi vermek, sürprizlerini bozabilir — çünkü “Coherence”, en etkili şekilde bilinmeyenle izlenince hoş bir deneyim sunar. Eğer “The Invitation” (Karyn Kusama) veya Justin Benson & Aaron Moorhead ikilisinin işlerini beğeniyorsanız, bu film tam size göre. James Ward Byrkit’in yönetmenlikteki ilk filmi olan “Coherence”, sade prodüksiyonuna rağmen olağanüstü bir hikâye anlatımıyla unutulmaz paralel evren temalı filmler arasında yer alıyor.

“Donnie Darko” (2001)


Newmarket Films

Dedikodulara göre, 2001 yılında sektöre yeni adım atan Richard Kelly, pek çok yapımcı ve yönetmenin beğendiği ancak hiç kimsenin cesaret edip çekmek istemediği bir senaryo yazdı. Bu nedenle Kelly projeyi bizzat kendisi yönetmeye karar verdi. İyi ki öyle yaptı; çünkü sinema okulundan yeni mezun olan Kelly, bugün hâlâ referans gösterilen ve tavsiye edilen bir kült klasiğe imza attı: “Donnie Darko”. Jake Gyllenhaal’ın buradaki rolü, onun kariyerinin dönüm noktasıydı ve ilerleyen yıllarda çok yönlü ve başarılı bir oyunculuğa taşınmasını sağladı. Filmin adını duymuş ama izlememiş olanları, karanlık ve çarpıcı bir deneyim bekliyor.

“Donnie Darko”, ailesiyle yaşayan bir lise öğrencisi olan Donnie’nin (Jake Gyllenhaal) hikayesini anlatıyor. Donnie, uyurgezerlik sorunları yaşamakta ve sürekli olarak Frank adında büyük, korkutucu bir tavşanla karşılaşmaktadır. Frank ona dünyanın 28 gün içinde sona ereceğini söyler. Zamanla, Frank, Donnie’yi yalnızca ölümden değil, aynı zamanda giderek daha karanlık ve tehlikeli davranışlardan geçiren bir rehbere dönüşür. Filmin paralel gerçekliklere nasıl daldığını anlatmak fazlasıyla spoiler olur, bu yüzden yapılması gereken tek şey gidip izlemek… Ancak yönetmen versiyonuyla izlemenizi öneririz.

“Everything Everywhere All At Once” (2022)


A24

Everything Everywhere All at Once“, yalnızca paralel evren temasını işleyiş biçimiyle değil, Hollywood’da Asyalı oyuncuların hak ettiği takdiri görmesi açısından çığır açan bir yapım oldu. Michelle Yeoh, Ke Huy Quan ve Stephanie Hsu gibi oyuncular, bu film sayesinde Oscar’a aday gösterildiler ve ödüller kazandılar. Yeoh, kariyerindeki uzun bekleyişin ardından nihayet sinemadaki emeğiyle tanındı; Quan ise neredeyse unutulmuş bir oyuncu iken, kariyerinin en büyük geri dönüşünü yaptı. Ancak bu film, yalnızca temsil gücüyle değil, aynı zamanda paralel evren/çoklu evren temasına getirdiği taze, enerjik ve duygusal yorumla da hafızalara kazındı.

Film, bir çamaşırhane sahibi olan Çinli göçmen bir aileyi merkezine alıyor. Ana karakter Evelyn Wang’dır (Michelle Yeoh); eşi Waymond (Ke Huy Quan) ve kızı Joy (Stephanie Hsu) ile birlikte yaşamaktadır. Evelyn, özellikle kızıyla ilişkisi açısından mesafelidir. Bir gün vergi dairesine yaptığı bir ziyarette, gerçeklik bir anda çözülmeye başlar. Evelyn’in karşısına başka bir evrenden gelen Waymond çıkar; her kararın yeni bir evren yarattığını ve kendisinin o evrenlerden birinden geldiğini söyler. Evelyn, bu kaotik yolculuk boyunca kendisini keşfeder, ailesiyle yüzleşir ve bağ kurar. Zaman zaman takip etmesi zor ve çılgın olmakla beraber film, göçmenlik, aile bağları, psikolojik sağlık ve sevgi üzerine kurgulanmış dağınık ama olağanüstü bir metafor sunuyor. Hem görsel hem de duygusal olarak sinema tarihine damga vuran bir anlatıdır.

“Spider-Man: Into the Spider-Verse” (2018)


Sony Pictures

“Spider-Man: Into the Spider-Verse”, tüm zamanların en iyi Marvel filmlerinden biri olarak anılıyor — bu yalnızca etkileyici senaryosu ve göz kamaştırıcı animasyon tarzıyla değil, aynı zamanda CGI odaklı Marvel evreninde farklı stil denemeleriyle de öne çıkıyor. Bazı yapımlar aşırıya kaçarken, “Into the Spider-Verse” görsel tarzını hem yenilikçi hem de unutulmaz bir biçimde kullanmayı başarıyor. Ayrıca, paralel evren kavramını karmaşıklaştırmadan işlemesi ve bunu hikâyenin temel dinamiği haline getirmesiyle dikkat çekiyor.

Film, genç Miles Morales’in (Shameik Moore) hikâyesini anlatıyor. Amcası Aaron (Mahershala Ali) ile dışarıda vakit geçirdiği bir günde radyoaktif bir örümcek tarafından ısırılır ve yeni güçler kazandığını fark eder. Ancak olaylar, suç imparatoru Kingpin’in (Liev Schreiber) alternatif evrenlere kapı açabilecek bir makine inşa etmesiyle karmaşıklaşır. Kingpin, bu evrenlerde hâlâ hayatta olan eşi ve oğluna ulaşmayı ummaktadır. Miles, güçlerini keşfederken farklı evrenlerden gelen diğer Spider-Man versiyonlarıyla iş birliği yaparak Kingpin’i durdurmaya çalışır. Film, hem aksiyonu hem de duygusal derinliğiyle öne çıkıyor ve bu başarısı devam filmine de taşınıyor. Devam filmi de, beklentileri karşılayan nadir örneklerden biridir.