
Savaşlar Üzerine Bir İnceleme
Savaş Üstüne Savaş İncelemesi
Paul Thomas Anderson’ın dört yıl aradan sonra sunduğu ve dünya çapında dikkatleri üzerine çeken filmi Savaş Üstüne Savaş, nihayet ülkemizde izleyiciyle buluşuyor. Önceki filmi Licorice Pizza bazı hayranları tarafından hayal kırıklığı olarak yorumlanmıştı; ancak bu yeni projesinde hikayesini daha güçlü bir biçimde aktararak dikkat çekiyor. Çok katmanlı, ilginç karakterlerle dolu ve kara mizahın ön planda olduğu bir macera sunuyor.
Thomas Pynchon’ın 1990 yapımı Vineland romanından serbest bir uyarlama olan Savaş Üstüne Savaş (One Battle After Another), neredeyse üç saatlik süresiyle yalnızca uzunluğu ile değil, katmanlı hikayesi, karakter seçimi ve sürekli genişleyen yapısıyla gerçek bir film deneyimi sunuyor. Bazılarının oldukça beğeneceği, bazılarının ise eleştireceği enerjik bir anlatım var. Belki de fazla enerjik ve fazla dolu dolu.
Büyük, kaotik, enerjik!
Kadrajda Amerika ve Meksika sınır duvarını görüyoruz. Antifaşist bir grup olan French 75’in lideri Perfidia Beverley Hills’in (Teyena Taylor) göçmen merkezine yaptığı baskında, grubun patlayıcılardan sorumlu üyesi Pat (Leonardo DiCaprio) ile göçmenleri kurtarmaya çalışan Perfidia, testosteron dolu Albay Steven J. Lockjaw (Sean Penn) ile karşılaşır. Perfidia ile yaşanan garip anların ardından Lockjaw ile bir çocukları olur. Albay bu duruma saplantı geliştirirken, çocuk Pat ve Perfidia tarafından büyütülmeye başlanır; ancak kadın onları terk eder ve French 75 grubu yer altına inerek faaliyetlerine ara verir.
Pat adını Bob yapar ve küçük çocuk Willa adında 16 yaşında bir gence dönüşür. Sert erkeğimiz Lockjaw ise, istediği beyaz üstünlükçü bir gruba kabul edilmek için kızı Willa’nın (Chase Infiniti) peşine düşer. Grubun eski üyelerinden biri Willa’yı kaçırmak için harekete geçer ve Bob’un da bu sürece katılması gerekecektir. Ancak Bob, şifreleri karıştırır ve güvenli evin yerini hatırlayamaz, bu da yeni bir maceranın başlangıcını oluşturur.

Filmin anlatımından uzun uzadıya bahsettiğimizi düşünüyorsanız endişelenmeyin; çünkü Anderson’ın Savaş Üstüne Savaş filmi, bu hikayenin yalnızca küçük bir kısmını ele alıyor. Bir bakıma her şeyin başlangıcı!
Artık Bob’un güvenli evi deli divane bir şekilde bulmaya çalışmasını, mekanlar arasında bornozuyla koşmasını, Benicio del Toro’nun belki de en şaşırtıcı performanslarından birini sergilediği sensei Sergio karakteriyle olan macerasını izliyoruz. Savaş Üstüne Savaş, sürekli olarak yolunu değiştiren, hızlanan ve birkaç aracın bir konvoya dönüştüğü bir karnaval gibi. Sürekli yenilenen yapısıyla çok sürükleyici, heyecan verici ve açıkçası yorucu!

Willa’nın kaçışını izlerken, Bob’un yaşadığı şoku ve kendi yolculuğuna transfer oluyoruz. Bu arada Sean Penn’in karikatürize bir karaktere dönüşen Albay hikayesi devam etmekte. Del Toro’nun Sergio’su ve kendi planları da hikaye içine dahil olurken, hikaye genişlemeye devam ediyor. Fakat bir noktadan sonra bu yapının içinde sığmama durumu baş göstermeye başlıyor.
Silahı nereye doğrultalım?
ABD’de küçük çaplı bir siyasi tartışma yaratan film, Trump’ın MAGA’sı, göçmenleri hedef alan ICE yetkilileri, artan ırkçılık ve yabancı düşmanlığı gibi konuları dolaylı da olsa hedef alıyor. Bu açıdan son derece tatmin edici bir metin mevcut; ancak yönetmen Anderson, her bir başlığı derinlemesine incelemek yerine, bu temaları sayısız espri ile yumuşatıp yüzeysel hale getiriyor. Alegorik yapısı film boyunca sürerken, malzeme ve işleniş biçimi arasında bir uyumsuzluk hissediliyor.
“Anderson’ın… Magnolia ve There Will Be Blood gibi değerli projeleriyle bilinen bir usta.”
Anderson, kariyerine Hard Eight gibi sağlam bir yapımla adım atmış bir gerçek usta. Magnolia ve There Will Be Blood gibi değerli projeleri mevcut ve sinemaya olan sevgisi herkesçe malum. Martin Scorsese ve Robert Altman hayranlığını kendi sinemasına ustaca yedirmiş önemli bir sinemacıdan bahsediyoruz.
Yeni Bir Amerikan Epiği… mi?
Tüm kara mizah ve aksiyonun ardında, ABD hükümetinin baskıcı yapılarla ve ırkçılıkla ilgili durumunu sorgulayan bir tema var. Ancak film, bu konuları neredeyse karikatürize bir hale getirerek güvenli bir alana çekiliyor. Siyasi şiddet ve halkın nasıl manipüle edilebileceğinden bahseden bir metinde, Leonardo DiCaprio’nun zaman zaman abartılı performansı ‘eğlence’ öğesine dönüşüyor. Evet, filmin kara mizahı etkili, hatta DiCaprio’nun telefonda arkadaşlarıyla konuştuğu sahne harika; fakat filmin sürekliliği açısından iki farklı çizgi arasında gidip gelmesi tutarlılık açısından sorunlar yaşatıyor.

Sonuç olarak, etkileyici silahlı çatışmalar, sona yaklaşırken başlayan muhteşem bir araba kovalamacası ve sınırda dönen karakterleri ile Savaş Üstüne Savaş, ortalamanın çok üzerinde bir film. Ancak, aynı zamanda aşırı dolu, bazen fazlasıyla büyüklenmeci ve tam olarak nerede duracağını bilemeyen bir yapım. İzleyiciler, filme hayran kalacak veya bu iki farklı durumda ‘bu film bu büyük coşkuyu hak etmiyor’ diye düşüneceklerdir.
Paul Thomas Anderson, ‘Amerikan Epiği filmlerinden birine daha imza atmış’ demeyi çok isterdim. Ancak onun yerine, sahip olduğu sayısız teknik artıya, kara mizah ve politik metnin ilginç karışımına rağmen tam anlamıyla nerede duracağına karar verememiş, belki gereğinden çok daha fazlasını elindeki kaba sığdırmaya çalışmış iyi bir film var karşımızda.