Sinema & Dizi

2025’in İlk Yarısının En İyi Filmleri!

2025 yılının ilk yarısında sinema dünyasına damgasını vuran 10 unutulmaz filmi sizler için derledik…

EW

Yıl başlangıçta sakin görünse de, sinema salonları bahar aylarından itibaren hızlı bir hareketlilik hissetti. Gişe rekorları kıran yapımlar, nostaljik dönüşler ve dikkat çekici teknolojik temalar, 2025’in ilk yarısını unutulmaz kıldı. “Minecraft Movie” ve “Sinners” gibi beklenmedik hitler yanı sıra, Marvel dünyası “Thunderbolts” ile yeni kahramanlarını tanıttı. Animasyon klasiklerinin canlı aksiyon uyarlamaları, “Lilo & Stitch”, “Ejderhanı Nasıl Eğitirsin” ve “Pamuk Prenses” gibi eserlerle, hem eski hayranlarını hem de yeni nesilleri sinemaya çekti. Ayrıca yapay zeka temalı “Companion”, “M3GAN 2.0” ve Tom Cruise’un seriye veda ettiği “Mission: Impossible – The Final Reckoning” gibi filmler, geleceğe dair büyüleyici ve tedirgin edici bakış açıları sundu.

Peki, bu filmler arasından hangileri yılın gerçek yıldızları oldu? Eleştirmenlerin beğenisini kazanan, izleyicilerin aklında kalan, temasıyla, oyunculuğuyla veya cesaretiyle dikkat çeken özel yapımları sizler için derledik. İşte 2025’in ilk yarısına damgasını vuran en iyi filmler!

28 Years Later


Sony Pictures Entertainment

“28 Years Later”, yönetmen Danny Boyle ve senarist Alex Garland’ı yeniden bir araya getiriyor. İkili, 2007’de “28 Weeks Later”da yalnızca yapımcıydı; bu kez ise tamamen yönetici konumundalar ve kariyerlerinin zirvesindeler. Aaron Taylor-Johnson, Jodie Comer, Ralph Fiennes ve Alfie Williams’nın yer aldığı film; tuhaf, öngörülemez, kara mizah dolu ve beklenmedik anlarda oldukça etkileyici. Kısacası, uzun zamandır vizyona giren en derin korku filmlerinden biri.

Black Bag


Focus Features

“Black Bag”, alışılmışın dışında bir casus hikayesi sunuyor. İstihbarat ajanı George Woodhouse (Michael Fassbender), eşi Kathryn’in (Cate Blanchett) de bir ajan olduğunu öğrenince, vatanı ile evliliği arasında bir tercih yapmak zorunda kalıyor. 90 dakika süren film, fazlasıyla şey anlatmayı başarıyor. Alışılan uzun aksiyon sahneleri yerine, şık bir akşam yemeği masasının etrafında geçen gerilim dolu zihin oyunları izliyoruz. Beklenmedik sürprizler ve dönemeçler izleyiciyi uyanık tutarken, filmin en güçlü yanı, evlilik temasını merkeze yerleştirmesi. Fassbender ve Blanchett arasındaki etkileyici kimya da bu ilişkiyi büyüleyici kılıyor.

Companion


Warner Bros. Pictures

Tür filmleri, toplumsal ve politik meseleleri derinlemesine ele almak için her zaman etkili bir mecra olmuştur. Bazen mesajı bulanıklaşan “Companion“, bu geleneği sürdürüyor. Drew Hancock’un ilk uzun metraj denemesi, enerji dolu bir intikam hikayesi sunuyor ve alaycı bir bakış açısıyla bunu tatmin edici hale getiriyor. Pembe estetiği ile romantizmi ve korku türlerini harmanlayan film, teknoloji ve kontrol üzerine cesur bir alegori haline geliyor. Günümüzün karmaşık atmosferine doğrudan dokunan bir anlatı olarak önemli bir yer ediniyor.

F1: The Movie


Apple Original Films

“F1”, sinema salonlarına hızlı bir giriş yaparak yılın en iyi filmleri arasına adını yazdırdı ve haklı sebepleri var. Yönetmen Joseph Kosinski’nin Brad Pitt’in başrolünde olduğu Formula 1 filmi, sadece 2025’in en iyi yapımlarından biri değil, aynı zamanda tarihin en iyi spor rekabeti filmlerinden biri olarak öne çıkıyor. Türün öngörülen klişelerine rağmen, Ehren Kruger’ın senaryosu kesinlikle alışıldık bir yapıya sahip değil. Hikâyesi, aksiyonu ve kurgusu son derece düzgün; Hans Zimmer imzalı etkileyici müziklerle destekleniyor.

Kısacası bu film muazzam! Kemerlerinizi bağlayın… ve sinema çıkışında hız limitine dikkat etmeyi unutmayın.

The Life Of Chuck


NEON

“The Life of Chuck”, yönetmen Mike Flanagan’ın korku türünden uzaklaşması — ama Stephen King’den değil. King’in 2020 tarihli aynı isimli novellasından uyarlanan film, 39 yaşında beyin tümörü nedeni ile tragik şekilde hayatını kaybeden muhasebeci Charles “Chuck” Krantz’ın hikayesini anlatıyor. Ancak bu sıradan bir biyografi değil. Üç perdeden oluşan yapım, hikâyeyi ters kronolojik sırayla sunarak bilimkurgu, fantastik ve doğaüstü unsurları ustalıkla bir araya getiriyor. Başlarda kafa karıştırıcı olan bu yapboz, sonunda gözleri yaşartan bir bütünlük kazanıyor.

Filmin sürprizini bozmamak adına daha fazla detay vermek zor; fakat Tom Hiddleston’ın beş buçuk dakikalık dans sahnesi bile bu filmi izlemek için yeterli bir sebep.

Sinners


Warner Bros. Pictures

Yılın en çok tartışılan filmi, haklı sebeplerle. Ryan Coogler imzalı “Sinners“, Nisan ayında vizyona girdiğinden beri izleyicileri etkisi altına aldı. 1930’lar Mississippi’sinde geçen film, yönetmenin ailesinin gerçek yaşam hikayesinden ilham aldı ve ilk bakışta klasik bir vampir hikayesi gibi görünse de çok daha fazlasını sunuyor. Vampirler gerçek dişlerini ancak üçüncü perdede, o kan dolu final sahnesinde gösteriyor.

Filmin büyük kısmı, Chicago’dan memleketlerine dönen ikiz kardeşler Smoke ve Stack ile geçiyor. İki kardeşin hayali, yerel halk için bir müzikli kulüp açmak. Hem seksi hem de ürkütücü olan bu yapım; ırk, köken ve şiddet temalarını ele alırken, hikayenin özünü oluşturan güçlü blues müziğiyle izleyicileri hipnotize ediyor. “Sinners”, sadece bir korku filmi değil, aynı zamanda kökler ve kimliklerle yüzleşen unutulmaz bir sinema deneyimi sunuyor.

Sorry, Baby


A24

Birçok insan son 10 yılda Eva Victor’un keskin zekâsını yansıtan hiciv dolu tweet’leri sayesinde onun hayranı oldu. Kendi yazıp yönettiği ve başrolünde yer aldığı ilk uzun metraj filmi “Sorry, Baby”, tam da bu üslubu yansıtıyor. Karakteri Agnes’in hayatını sonsuza kadar değiştiren travmatik bir olayın derinlemesine incelendiği film, Victor’un ince mizahıyla harmanlanmış.

Kahkahalar sadece eğlence unsuru değil; aynı zamanda Agnes’in yoğun duygularla başa çıkmasını sağlayan bir tür savunma mekanizması. Film, karmaşık ve sade olma dengesini mükemmel sağlıyor — bu denge sayesinde Sundance’ın gözdesi haline geldi ve yılın en düşündürücü, en akılda kalıcı yapımlarından biri oldu.

Thunderbolts*


Marvel

Thunderbolts” ekibi tam anlamıyla süper kahraman değil — bu da Marvel’ın son yıllardaki en iyi eserlerinden biri olmalarının sebeplerinden biri. Başrolde Florence Pugh’un canlandırdığı Yelena Belova’yı izliyoruz: Yorgun, kaybolmuş ve suikast işinden ayrılmak isteyen biri. Ancak kendisini yok etmeye çalışan bir tehdide karşı, beklenmedik bir anti-kahramanlar ekibi oluşturmak zorunda. Ayrıca fiziksel düşmanlarla değil, kendi içindeki karanlıkla da yüzleşmesi gerekiyor.

Filmin duygusal yoğunluğu, bol kahkha ve tempolu aksiyon sahneleriyle birleşerek, yılın en iyi sinema deneyimlerinden birini yaratıyor. Başlıktaki yıldız işaretinin bağlı olduğu New Avengers’a referans verdiğini biliyoruz — ve biz de Yelena, Bucky Barnes/Winter Soldier (Sebastian Stan), U.S. Agent/John Walker (Wyatt Russell), Alexei Shostakov/Red Guardian (David Harbour) ve Ava Starr/Ghost (Hannah John-Kamen) kadrosunun bu evreni yeni bir döneme taşımasını dört gözle bekliyoruz.

The Alto Knights


Warner Bros.

Nicholas Pileggi’nin kaleminden çıkan “The Alto Knights”, Barry Levinson’ın yönetmenliğinde, “Goodfellas” ya da “Bugsy” kadar övülmese de, gerilimli gerçek olaylara dayalı yapısıyla mafya sinemasında kendine özgü bir alan oluşturuyor. Film, 1950’ler ve 60’larda İtalyan yeraltı dünyasını yöneten yaşlı gangsterleri konu alıyor; gazetelerin üçüncü sayfalarında fötr şapkaları ve gözlükleri ile karşılaştığımız adamları…

Robert De Niro, filmde hem Frank Costello’yu hem de Vito Genovese’yi canlandırarak çift rol üstleniyor. Bu tercih başlangıçta eleştirilere maruz kalsa da, De Niro’nun performansı sağlıklı bir oyunculuk dersi sunuyor. Costello’da medeniyet, politik ve dünyayla barışık bir karakter yaratırken; Genovese’de bencil, öfkeli ve patlayıcı bir mafya baronunu vücuda getiriyor. Bu durum, De Niro’nun daha önce canlandırdığı karakter ikiliklerini hatırlatıyor; ancak burada bu çatışma, mafya bilinçaltının id ve ego’su olarak neredeyse mistik bir düzeye taşınıyor.

Film, gişede hayal kırıklığına uğradı ve belki de bu, yavaş ilerleyen mafya dramalarının artık izleyici çekmediğini gösteriyor. Ancak “The Alto Knights”, türün etkileyici bir veda mektubu ve büyüleyici bir final dansı olarak kabul edilmeyi fazlasıyla hak ediyor.

Mission: Impossible — The Final Reckoning


Paramount

Evet, “Mission: Impossible” serisinin sekizinci filmi uzun; her sahnesi mükemmel işlenmiş değil. Fakat Cruise’un Ethan Hunt karakteri bu bölümde varoluşsal bir tehditle yüzleşiyor, ölümcül bir ciddiyete sahip. Filmin merkezinde, kontrolden çıkmış bir yapay zeka olan “Entity” var; bu yalnızca bir casusluk hikayesi değil, aynı zamanda insanlığın sonunu simgeliyor.

Bu yapımla, Cruise’un doğal aksiyon cesareti, gerçek bir ölüm korkusuyla sarmalanıyor. Hunt’ın su altındaki batık bir denizaltının kalıntıları arasında sürüklenerek Entity’nin kaynak kodunu aradığı sahne, izleyicilerin nabzını karakterle birlikte askıya alıyor. Nefesler tutuluyor, zamanı durduruyor. Ve bu filmde Cruise’un performansı sadece bir casusluğu çözmekle sınırlı değil. Karşılaştığı hangi yeni tehlikeler onun karakterine duygusal bir yoğunluk yüklüyor. Finaldeki uzun, nefes kesici hava sahnesi — “Yok artık, gerçekten mi oluyor?” dedirten türden — sadece bir aksiyon gösterisi değil; filmin asıl anlamını da tamamlayan bir zirve.