Oyun

Pokémon Legends: Z-A, Hayalimdeki Pokémon Oyunu Ama Bir Büyük Sorun Var!

Pokémon’la tekrar aşık olmak için o kadar hevesliyim ki! Seriyi ilk kez Game Boy’da oynadığımda tamamen büyülenmiştim, fakat üçüncü nesil ortaya çıktığında, büyü bozulmaya başladı. İlk birkaç oyunu oynarken, sevimli ama bir o kadar da korkutucu olan yaratık ekibimle, keşfedilmeyi bekleyen bilinmeyen bir dünyada büyük bir macera yaşamak için hayal gücümü coşkuyla kullanmıştım.

Oyunların sunduğu yolculuk, daima savaşların önündeydi.

Pokémon Legends: Z-A’nın Switch 2 için çıkışına yaklaştıkça, geri dönmemi teşvik eden birçok değişiklik görüyorum. Açık dünyada Pokémon’ların, bizimle birlikte dolaşıp seyahat ettiğini görmek harika; fakat savaş sistemine getirilen yeni yaklaşım, dönüşümlü savaşı sembolize eden unsurları gerçek bir şekilde aktarma çabası gibi. Bir de buna, kat edilecek bir turnuva ekleniyor! Başka ne denebilirim ki?

Fakat burada, en azından Pokémon Legends: Z-A büyük bir sırrı saklamıyorsa, bu oyunun benim Blue‘dan beri beklediğim Pokémon oyunu olmasını engelleyecek tek büyük eksiklik var.

Beni hapsetme

Pokémon, her birimizi farklı sebeplerle kendine çekiyor. Kimi “hepsini yakala” felsefesiyle toplayarak; kimisi seviye atlayarak ve dövüşerek; bazıları ise belirli zorluk koşullarında oynayarak eğleniyor. Hatta shiny avı etrafında dönen topluluklar var. Burada şunu anlamamız gerekiyor ki, Pokémon oyunlarından zevk almanın yanlış bir yolu yoktur.

Pokémon’a takıntı kapılmamın nedeni, oyundan önce bile bu macera hissiydi. Garip yaratıklarla dolu geniş bir dünya ve beni kendi başıma yola çıkaran genç bir eğitmen aracılığıyla kendimi hayal ettiğim yerler vardı. O sıkışık Game Boy ekranında, birkaç piksel ve daha da az renk varken, gördüğüm şeylerin arasından bu oyunun sunduğu dünyayı hayal edebiliyordum. Yüksek otların, yeni bir canavarı yakalayabilmem için sağa sola savrulduğu geniş yeşil alanlar olduğunu düşleyebiliyordum.

Bunda elbette birçok Pokémon’u ilk kez görmek etkiliydi; fakat başka bir şekilde sunulsaydı, hayal gücümde bu kadar güçlü bir etki yaratmayı başaramazdı.

Serinin, bu hayalimi gerçeğe dönüştürme çabası Legends: Arceus ile ancak gerçekleşebildi. Bu çabayı takdir ettim, özellikle sistemin daha fazla keşif ve buluşa odaklanmasıyla birlikte, ama bu, yıllar önce yedi yaşındaki benin hayal ettiği oyunu sunmak için yeterli değildi. Ve Scarlet ve Violet hakkında daha fazla bir şey söylememek en iyisi şu an için.

Bu yüzden Z-A‘nın duyurulmasıyla heyecanım sınırlıydı; ancak bu heyecan sürekli olarak artıyor. Oyunun Switch 2’de olması, en azından iyi bir performans sunacağı konusunda umudumu artırıyor ve yaşam bulan savaş mekanikleri, dönüşümlü dövüşlerin sadece ima ettiği gibi tam olarak istediğim şey. Peki problem ne?

Kurgu. Pokémon Legends: Z-A hakkında öğrendiğimiz ilk şey, bizi Black ve White‘tan Lumios Şehri’ne geri götüreceği oldu. Bölgeleri yeniden ziyaret etmenin kötü olmadığını biliyorum, fakat olumlu bakış açımı sarsan detay, oyunun tamamen bu şehir içinde geçeceği oldu.

Tahminlerimi hemen yapmamak için kendimi zor tutuyorum. Şehir içindeki keşfin sadece büyük bir açık alanda değil, harika olabileceğini biliyorum. Farklı temalı bölgeleri, ilginç mimarileri, ilginç düzenleri görmek isterim ve muhtemelen doğanın tamamen yok olmadığı bazı büyük park alanları da olacaktır. Ama tek bir konum içinde büyük bir macera yaşamak zorunda kalmayı aklım almıyor. Yeni bir şehir bölgesini keşfetmek heyecan verici olabilir, ama aslında hiçbir şey keşfetmiyorum. Tamamen urbanize edilmiş bir alanda ilk kişinin ulaştığı biri olma hissini yaşayabilmek imkansız gibi geliyor.

Z-Anın vaat ettiği temalar harika görünüyor. Savaşta alınan riskleri çok seviyorum ve hikaye, genelde karşımıza çıkan kurallardan oldukça farklı görünüyor. Kişisel olarak, beni ormanda canavarlara ulaşmak için maceraya atılan bir çocuk gibi hissettirecek bir deneyim sunması kursun çok için isterdim.